26 Ekim 2020 Pazartesi

Neden Hala Bilgisayar Oyunu Oynuyorum?

Geçkinlere yönelik bu yazımda oyun dünyasına nasıl daldığımı anlatırken, kimilerine anlamsız gelen bu dünyanın nasıl bir hobi olduğunu tanımlamaya çalışacağım.

Yaşım olmuş 36, yolun yarısı ve hala nasıl oluyor da bilgisayar oyunu oynuyorum? Bunu anlamak için çok gerilere gidip 80'li yılların sonuna 90'lı yılların başına bakmak gerekiyor. Video oyunlarının hayatımıza girdiği tarihler bunlar. Kara kutu olarak bilinen Atari 2600 modeli ile başlıyor bu macera aslında. Belki de şu anki yüksek teknoloji ürünü olan Playstation ve Xbox gibi konsolların atası diyebiliriz bu cihaz için. 84 doğumlu olan ben, 5-6 yaşlarımdayken bu cihaz ile tanıştım. Kumandasız ve tüplü televizyonumuza bağlayarak oynayabildiğim bu cihazın teknik özellikleri ise sizi güldürmeye yetecek kadar düşüktü. 8-bit 1.19Mhz işlemci ve 128Byte ram gibi değerlerden bahsediyorum. Teknolojiye biraz hakimseniz ne demek istediğimi anlamış olmalısınız. Siyah, tek tuşlu bir joystick yardımı ile oyunları oynayabiliyordunuz. River Raid gibi babamı bile oyun oynamaya sürükleyen kült oyunların bulunduğu bir efsaneydi Kara Kutu. O zaman benim gözümde dünyanın en inanılmaz cihazıydı. Günlerimizi televizyon karşısında geçirmemize sebep oldu. 


Daha sonra hiç sahip olmadığım ama arkadaşlarımda oynama fırsatı bulduğum Comodore 64 ile tanıştım. Bildiğiniz müzik kaseti gibi kasetler ile çalışan (yeni nesil, müzik kasetine de pek hakim değil ya neyse), bu kasetlerin üzerine şarkı çeker gibi oyun yükletebildiğiniz bir sistemdi. Büyük bir klavye gibi görünen, oyunu başlatmak için dos ekranına bir komut girdiğinizde cihazda Atari'ye nazaran daha güzel oyunlar oynayabiliyordunuz. Teknik verileri ise yine tarihe ışık tutar cinsten; 64kb rom, 20kb ram  0.985 MHz işlemci. Cihaz 16 renk gösterebiliyordu. Şimdilerde milyon renklerden bahsediyoruz. 


Zamanı biraz daha ileri sardığımızda ortaokul çağına ulaşıyorum. Güç bela Amiga 500 aldırmışım eve. Sünnette takılan paraları saklamışız, o parayla da 37 ekran bir televizyon almaşız. Artık odamda bana ait bir oyun cihazı var. Amiga teknoloji olarak bir tık daha üst seviye diyebiliriz. Çünkü veriyi kasetten değil günümüzde birçok kişinin görmediği disketten okuyordu. Tabi ki disketler öyle ucuz şeyler değildi. Kaldı ki ortaokul çağında olan ben harçlığım ile anca simit ayran alıyordum o dönem. Çok fazla diskedim olmadığı için, var olan disketlere oyun yazdırıyorduk yeni disket almamak için. Misal Mortal Kombat 3 disket. Oyunu takıyorsun cihaza önce yüklüyor sonra 2. disketi istiyordu. Şans eseri ya da bilerek Fatality yapabilirsen o zaman 3. diski istiyordu. Şimdiki gibi her şey hızlı değildi. Sonuçları görebilmek için emek vermen gerekiyordu. Sensible Soccer oynuyorduk misal, saha üstten görünüyordu kuş bakışı, saatlerimizi vermiştik yine 37 ekran TV başında. Sonra bir gün cihaz arızalandı, tamir edilmesi için Doğubank'a gittik ama tamir için öyle bir fiyat söylemişlerdi ki yenisini almak daha mantıklıydı. Böylece 16 bitlik, 512kb RAM’a sahip cihazıma elveda demek zorunda kalmıştım. Çok üzülmüştüm ama şans işte. 


Bu maceranın ardından bir PC alabilmek için uzun süre babama baskı yapmıştım. Notlarım iyi her şey iyiydi ama PC’ler oldukça pahalıydı. Malum 90’lı yıllarda PC yaygın olarak evlerde değil ofislerde kullanılıyordu. Her karne dönemi getirdiğim Takdir belgesinin yeni bir PC ile takdir edilmesini bekliyordum tabi ama olmuyordu. Ortaokulun sonunda takvimler 1998'i gösterdiği sırada lise sınavlarında iyi bir başarı göstererek Kabataş Erkek Lisesi’ne girmeye hak kazandım. Bunun getirisi ise iyi bir lise eğitimin yanında gücümüzün yetebildiği Sony Playstation oluyordu.

Burada bir parantez açıp çocukluk arkadaşım Çağrı'dan bahsetmek istiyorum. Ortaokul zamanında beraber oyun oynamaya başladığım Çağrı ile nerdeyse bütün oyun konsollarını oynama fırsatı bulmuşuzdur. Çağrı o dönem zengin miydi hatırlamıyorum ama her yeni çıkan konsolu alıyordu. Ya onlarda ya bizde bu oyun konsollarını uzun saatler hırpalıyorduk. Ben o kadar joystick bozmama rağmen Çağrı halen benle oynamaya devam ediyordu. Özellikle Sega Mega Drive konsolunda az joystick bozmamışımdır. Bana bu konuda uyuz olsa da en iyi oyun arkadaşım hep kendisi olmuştur. Bu Playstation alma hikayesinde de yine onun parmağı vardır. Daha ülkede doğru düzgün orijinal oyun yokken, korsan oyunları oynatmaya yarayan çip ülkemize ulaşmamışken, PS almıştı kendisi. Kutunun içerisinden sadece demo CD'si çıkıyordu. Bu CD'nin içinde de 6-7 tane oyunun kısa kısa demoları mevcuttu. Tek turluk araba yarışını kaç sefer oynadık hiç hatırlamıyorum ama çip ülkemize gelene kadar belki yüzlerce defa o yolu arşınlayıp en iyi zamanı kimin yapacağına karar vermeye çalışırdık. En sonunda korsan cd çalıştırmaya yarayan çip ülkemize geldi, Çağrı çipi taktırdı ve hemen bir kaç gün sonra ben de PS almaya gittim. Dipnot olarak “Korsana Hayır” demek istiyorum.

PS o zamana kadar yaşadığımız bütün oyun deneyimini inanılmaz bir noktaya taşımıştı. Hem görsel anlamda hem de oynanabilirlik anlamda hiç şahit olmadığımız bir deneyimdi. Mahallede top oynamadığımız zamanlarda kesinlikle evde PS oynardık. Çünkü sokakta top oynamak ilk önceliğimizdi her zaman. Hepimiz bir amatör takımda top koşturuyorduk o dönem. Artan vakitlerde de ekran karşısında topu kaleye sokmaya çalışıyorduk. Özellikle Çağrı ile aramızda inanılmaz bir rekabet vardı. Futbol oyunlarında ikimizde çok iyiydik ve kazandığımız kaybettiğimiz maçların çetelesini tutuyorduk. Bazen o öne geçiyor bazen ben öne geçiyordum. Benim gibi geçkinler hatırlayacaktır, nüfus sayımı zamanı sokağa çıkma yasakları olurdu. Öyle ki bir sayım dönemi o bizim evde bir başka sayım döneminde ben onların evinde sayılmıştım. Tabi ki PS oynuyorduk.

PS yüzünden annemizden çok azar işittik, oyun oynuyor ders çalışmıyor olduk. Ceza yedik. Kim bilir kaç tane oyun bitirip değişik hikayeler öğrendik. Şaka değil İngilizcemizi geliştirdik. İsteyerek değil, mecbur kaldık. Okulda kullanmadığımız İng-Tür sözlüğü oyunlar için kullanırdık. Şimdi ki gibi internet yaygın olmadığından bilgiye ulaşmak zordu ama oyunları bir şekilde bitirdik. Oyunlar şimdiki gibi yüzeysel de değildi ayrıca, zordu. Bazı oyunları bir kişi oynar diğerleri izlerdi ve çözümleri bulmaya çalışırdı.

Zaman ilerledikçe PC'ler ucuzladı, yaygınlaştı ve artık herkesin evlerine girmeye başladı. Üniversitenin ilk yılında halen bir PC'm yoktu ama ev arkadaşım eve PC getirmişti. Beraber oyunlar falan oynamaya başlamıştık. Eve gelen arkadaşlar da bu durumdan memnundu. Ertesi sene ben de PC alabildim. Neden almayayım ki, üniversite öğrencisinin kesinlikle PC'si olmalı demiştim aileme. Yoksa bu öğrenci kardeşiniz nasıl yapacaktı ödevlerini, nasıl yazacaktı projesini, tezini. Kısaca her üni. Öğrencisi gibi azıcık ödev, bol bol da oyun için kullanıldı o bilgisayar. Ev arkadaşlarıyla LAN üzerinden araba yarışı mı dersiniz yoksa online rol yapma oyunları mı, sabahlara kadar süren PES turnuvaları mı siz karar verin. Evde yankılanan gol sevinçlerini ya da kaleciye, joysticke edilen küfürleri hepiniz bilirsiniz. Üniversite dönemleri de oyunlar ile böyle “yaşandı, bitti saygısızca”.

Üniversite bitip askerlik aradan çıktıktan sonra her yetişkin birey gibi çalışma hayatına atıldım. Yıllar boyunca kendi param ile almadığım için hep ekonomik PC’lerim olmuştu. Zira anne baba hiçbir zaman PC’ye çok para harcamak istemezdi, belki istese de veremezdi. Zaten onların sorumluluğu da değildi. Tabi bu durumda, ekonomik PC ile oyunları düşük grafik değerlerinde, yani görsel olarak daha kötü olarak oynamak durumunda kalmıştım. Şikâyet ettiğimden değil ama içimde hep ukde kalmıştı "Çalışmaya başladığımda o en yüksek grafikte oynatacak PC'yi alacağım" diye söz vermiştim hep kendime. Maaşlı ve düzenli çalışmaya başladığımda da bu naif hayalimi gerçekleştirdim. Gelişen teknoloji ile bazı donanımda bazı yükseltmeler yapmış olsam da halen o aldığım bilgisayarı kullanıyor ve oyunlar oynuyorum. Bu yetmezmiş gibi bir de PS4 sahibi oldum 1-2 sene önce.



Tekrar bakacak olursak yaşım 36 ve 6 yaşından beri oyun benim için bir hobi. Facebook 16 yaşında, Youtube 15, Twitter 14, Whatsapp 11, İnstagram ise 10 yaşında. Sosyal medya daha 10 yıldır hayatımızda ve 7den 70e birçok insanın hobisi sosyal medya olmuş durumda. Ben ise 30 yıldır oyun oynuyor ve bunu bir hobi olarak değerlendiriyorum. Herhangi bir hobinin de yaşı olduğunu sanmıyorum. Çocukluk yıllarımdan bu güne kadar oyun dünyasının gelişmesini takip etmiş biri olarak gözlerim, motor becerilerim, reflekslerim ve ekonomik durumum el verdiğince bu dünyanın içerisinde olmaya devam edeceğim.

24 Nisan 2019 Çarşamba

Otomobil Firmalarının Büyük Ayıbı


Ülkemizde de satışı yapılmakta olan birçok otomobil markası bulunuyor. Bunların çoğu Avrupa, Japonya ve Amerika menşeili. Yani içlerinde kalitesiz diyebileceğimiz bir marka yok denecek kadar az. Hepsi milyar dolarlık firmalar. Çok önemli AR&GE çalışmaları, yenilikler, inanılmaz teknolojiler üreten firmalardan bahsediyorum. Elektrikli araçlar, yüksek teknoloji güvenlik sistemleri gibi günümüzde kullanılanların dışında geleceğe yönelik şoförsüz araçlar üzerinde çalışıyorlar. Bu yüksek teknoloji ürünü otomobiller tabi ki de ciddi fiyatlara satılıyorlar. Gel gelelim bu yüksek fiyatlı yüksek teknoloji ürünü otomobillerin içerisinde kullanılan multimedya sistemleri dalga geçercesine eski ve kalitesiz. Bu kalitesizliğe sadece ucuz otomobillerde değil pahalı Alman markalarında dahi rastlanıyor. Bugün en baba tabletlerin ülkemizdeki satış fiyatının 3-4 bin TL aralığında olduğunu düşünürseniz 500bin TL’lik aracın içinde çok çok daha eski dokunmatik sistemlerin kullanılması benim gerçekten sinirimi bozuyor.

Biraz teknoloji diliyle konuşmak gerekirse 2K dokunmatik ekranları cebimizde taşıdığımız dönemlerde yaşıyoruz. Şirketimin 2018 model olarak aldığı aracımda şu an 640*480 çözünürlüğünde dandik mi dandik bir multimedya sistemi bulunuyor. Bunu yan sanayide Adroid işletim sistemi olan FHD dokunmatik bir sistem ile değiştirmek istediğimde işçilik dahil 2000 TL ödemem yeterli oluyor. Peki bu ayıp değil de nedir? Sen koskoca üretici olacak aynı kalitede bu ürünü 500TL belki daha da ucuza mal edebilecekken bizi bu tarih öncesinden kalma sisteme mahkum etmeye ne hakkın var. Bu ayıp bütün markalarda bulunuyor. Belki görenler vardır; Tesla’nın aracında ön konsolu kaplayacak büyüklüktü bir dokunmatik ekran var. Buradan da anlıyoruz ki, bu ekranın uygulanması konusunda teknik bir kısıtlama bulunmuyor. Dönüp dolaşıp kazıklandığımız noktasına geliyorum.

TESLA MODEL S MULTİMEDYA SİSTEMİ
Bir de dahili navigasyon sistemleri var bu otomobillerin. Mevcut aracımın navigasyon sistemine 2014 yılından beri güncelleme gelmediğini öğrendim. Sanırım Japonlar kendi ülkelerinde hiç yol yapmıyorlar, ancak bizim hükümetimiz sağ olsun her gün yeni bir yol yaptığı için, mevcut navigasyon sistemi ile eve gitmeye çalışsam nereden çıkarım bilemiyorum.

2019 model araçlarda küçük gelişmeler görsem de halen istenilen seviyenin çok uzağındayız. Bu teknolojiyi takip etmeye ve yorum yapmaya devam edeceğim.