Geçkinlere yönelik bu yazımda oyun dünyasına nasıl daldığımı anlatırken,
kimilerine anlamsız gelen bu dünyanın nasıl bir hobi olduğunu tanımlamaya
çalışacağım.
Yaşım olmuş 36, yolun yarısı ve hala nasıl oluyor da bilgisayar oyunu
oynuyorum? Bunu anlamak için çok gerilere gidip 80'li yılların sonuna 90'lı
yılların başına bakmak gerekiyor. Video oyunlarının hayatımıza girdiği tarihler
bunlar. Kara kutu olarak bilinen Atari 2600 modeli ile başlıyor bu macera
aslında. Belki de şu anki yüksek teknoloji ürünü olan Playstation ve Xbox gibi
konsolların atası diyebiliriz bu cihaz için. 84 doğumlu olan ben, 5-6
yaşlarımdayken bu cihaz ile tanıştım. Kumandasız ve tüplü televizyonumuza
bağlayarak oynayabildiğim bu cihazın teknik özellikleri ise sizi güldürmeye
yetecek kadar düşüktü. 8-bit 1.19Mhz işlemci ve 128Byte ram gibi değerlerden
bahsediyorum. Teknolojiye biraz hakimseniz ne demek istediğimi anlamış
olmalısınız. Siyah, tek tuşlu bir joystick yardımı ile oyunları
oynayabiliyordunuz. River Raid gibi babamı bile oyun oynamaya sürükleyen kült
oyunların bulunduğu bir efsaneydi Kara Kutu. O zaman benim gözümde dünyanın en
inanılmaz cihazıydı. Günlerimizi televizyon karşısında geçirmemize sebep oldu.
Burada bir parantez açıp çocukluk arkadaşım Çağrı'dan bahsetmek istiyorum. Ortaokul zamanında beraber oyun oynamaya başladığım Çağrı ile nerdeyse bütün oyun konsollarını oynama fırsatı bulmuşuzdur. Çağrı o dönem zengin miydi hatırlamıyorum ama her yeni çıkan konsolu alıyordu. Ya onlarda ya bizde bu oyun konsollarını uzun saatler hırpalıyorduk. Ben o kadar joystick bozmama rağmen Çağrı halen benle oynamaya devam ediyordu. Özellikle Sega Mega Drive konsolunda az joystick bozmamışımdır. Bana bu konuda uyuz olsa da en iyi oyun arkadaşım hep kendisi olmuştur. Bu Playstation alma hikayesinde de yine onun parmağı vardır. Daha ülkede doğru düzgün orijinal oyun yokken, korsan oyunları oynatmaya yarayan çip ülkemize ulaşmamışken, PS almıştı kendisi. Kutunun içerisinden sadece demo CD'si çıkıyordu. Bu CD'nin içinde de 6-7 tane oyunun kısa kısa demoları mevcuttu. Tek turluk araba yarışını kaç sefer oynadık hiç hatırlamıyorum ama çip ülkemize gelene kadar belki yüzlerce defa o yolu arşınlayıp en iyi zamanı kimin yapacağına karar vermeye çalışırdık. En sonunda korsan cd çalıştırmaya yarayan çip ülkemize geldi, Çağrı çipi taktırdı ve hemen bir kaç gün sonra ben de PS almaya gittim. Dipnot olarak “Korsana Hayır” demek istiyorum.
PS o zamana kadar yaşadığımız bütün oyun deneyimini inanılmaz bir noktaya taşımıştı. Hem görsel anlamda hem de oynanabilirlik anlamda hiç şahit olmadığımız bir deneyimdi. Mahallede top oynamadığımız zamanlarda kesinlikle evde PS oynardık. Çünkü sokakta top oynamak ilk önceliğimizdi her zaman. Hepimiz bir amatör takımda top koşturuyorduk o dönem. Artan vakitlerde de ekran karşısında topu kaleye sokmaya çalışıyorduk. Özellikle Çağrı ile aramızda inanılmaz bir rekabet vardı. Futbol oyunlarında ikimizde çok iyiydik ve kazandığımız kaybettiğimiz maçların çetelesini tutuyorduk. Bazen o öne geçiyor bazen ben öne geçiyordum. Benim gibi geçkinler hatırlayacaktır, nüfus sayımı zamanı sokağa çıkma yasakları olurdu. Öyle ki bir sayım dönemi o bizim evde bir başka sayım döneminde ben onların evinde sayılmıştım. Tabi ki PS oynuyorduk.
PS yüzünden annemizden çok azar işittik, oyun oynuyor ders çalışmıyor olduk. Ceza yedik. Kim bilir kaç tane oyun bitirip değişik hikayeler öğrendik. Şaka değil İngilizcemizi geliştirdik. İsteyerek değil, mecbur kaldık. Okulda kullanmadığımız İng-Tür sözlüğü oyunlar için kullanırdık. Şimdi ki gibi internet yaygın olmadığından bilgiye ulaşmak zordu ama oyunları bir şekilde bitirdik. Oyunlar şimdiki gibi yüzeysel de değildi ayrıca, zordu. Bazı oyunları bir kişi oynar diğerleri izlerdi ve çözümleri bulmaya çalışırdı.
Zaman ilerledikçe PC'ler ucuzladı, yaygınlaştı ve artık herkesin evlerine girmeye başladı. Üniversitenin ilk yılında halen bir PC'm yoktu ama ev arkadaşım eve PC getirmişti. Beraber oyunlar falan oynamaya başlamıştık. Eve gelen arkadaşlar da bu durumdan memnundu. Ertesi sene ben de PC alabildim. Neden almayayım ki, üniversite öğrencisinin kesinlikle PC'si olmalı demiştim aileme. Yoksa bu öğrenci kardeşiniz nasıl yapacaktı ödevlerini, nasıl yazacaktı projesini, tezini. Kısaca her üni. Öğrencisi gibi azıcık ödev, bol bol da oyun için kullanıldı o bilgisayar. Ev arkadaşlarıyla LAN üzerinden araba yarışı mı dersiniz yoksa online rol yapma oyunları mı, sabahlara kadar süren PES turnuvaları mı siz karar verin. Evde yankılanan gol sevinçlerini ya da kaleciye, joysticke edilen küfürleri hepiniz bilirsiniz. Üniversite dönemleri de oyunlar ile böyle “yaşandı, bitti saygısızca”.
Üniversite bitip askerlik aradan çıktıktan sonra her yetişkin birey gibi çalışma hayatına atıldım. Yıllar boyunca kendi param ile almadığım için hep ekonomik PC’lerim olmuştu. Zira anne baba hiçbir zaman PC’ye çok para harcamak istemezdi, belki istese de veremezdi. Zaten onların sorumluluğu da değildi. Tabi bu durumda, ekonomik PC ile oyunları düşük grafik değerlerinde, yani görsel olarak daha kötü olarak oynamak durumunda kalmıştım. Şikâyet ettiğimden değil ama içimde hep ukde kalmıştı "Çalışmaya başladığımda o en yüksek grafikte oynatacak PC'yi alacağım" diye söz vermiştim hep kendime. Maaşlı ve düzenli çalışmaya başladığımda da bu naif hayalimi gerçekleştirdim. Gelişen teknoloji ile bazı donanımda bazı yükseltmeler yapmış olsam da halen o aldığım bilgisayarı kullanıyor ve oyunlar oynuyorum. Bu yetmezmiş gibi bir de PS4 sahibi oldum 1-2 sene önce.
Tekrar bakacak olursak yaşım 36 ve 6 yaşından beri oyun benim için bir hobi. Facebook 16 yaşında, Youtube 15, Twitter 14, Whatsapp 11, İnstagram ise 10 yaşında. Sosyal medya daha 10 yıldır hayatımızda ve 7den 70e birçok insanın hobisi sosyal medya olmuş durumda. Ben ise 30 yıldır oyun oynuyor ve bunu bir hobi olarak değerlendiriyorum. Herhangi bir hobinin de yaşı olduğunu sanmıyorum. Çocukluk yıllarımdan bu güne kadar oyun dünyasının gelişmesini takip etmiş biri olarak gözlerim, motor becerilerim, reflekslerim ve ekonomik durumum el verdiğince bu dünyanın içerisinde olmaya devam edeceğim.